19 Mart 2015 Perşembe

“Feminist anlamda devlet erildir!” Kansu Yıldırım

(Kansu Yıldırım, “Feminist anlamda devlet erildir!”, Birgün Kitap Eki, 6 Mart 2010)

Modern liberal devlet, ‘arkaik’ olarak kabul ettiği yönetsel düzenlerden hem olumsuzlukları hem de işine yarayacak çeşitli aletleri devşirmiştir. Aydınlanma projesinin kendisine sunduğu fikirlerin yönetimi ilkesi, halkı yönetmek için gerekli iki aracın doğmasına da neden olmuştur: Mobile vulgus olarak adlandırılan ve nötr pozisyondan sıyrılarak her an egemenler için tehdit unsuruna dönüşebilecek (les classes dangerous’a) halkın eğitimi ve halkı egemenlerin çizdiği sınırlar içerisinde kontrol ve tahakküm altına alabileceği yasal-normatif sınırların inşası. Bu tespit klasik kategorik devlet değerlendirmeleri için bir tarihsel bağıntı sağlayabilecektir. Böyle bir yorumla işe koyulduğumuzdaysa, kapitalist devletin meta üretiminin genelleşmesi için bir çerçeve sunan uluslararası devletler sistemi bağlamından türeyen ve/veya sınıfsal ilişkilerin uluslararasılaşmasının ürünü olan bir entite olduğu sonucuna varırız. Bu bağlamda ise devlet analiz için bir başlangıç noktası olarak alınamaz. Bizatihi o devlet olarak kodladığımız aygıt içinde cereyan eden ve devleti cisimleştiren ilişkileri ve ilişkisellikleri deşifre etmeye çalışırız. Üretim süreci ve üretim ilişkileri ile bunların üstyapısal meşrulaştırıcısı olan hukuksal, kültürel ve siyasal sistemler bu deşifre çabalarında okların yöneltildiği ilk unsurlardır.
Ne var ki, yukarıdaki yoruma sadık kalarak devlet tanımını yaptığımızda önem taşıyan ve tüm toplumsallığa işlemiş bir tehlikeyi yani patriyarkayı gözden kaçırma ihtimalimiz kuvvetle muhtemeldir.
Marx’ın tam gelişmiş liberal devletin bütün politik statü ilişkilerini ortadan kaldırmış devlet olduğu tespitinde bir hata bulmak mümkündür. Modern devlet, “çapulcu”, “şövalye”, “lord”, “serf” ve “piyon” gibi statüleri ortadan kaldırmıştır ama yasal bir statü ilişkisi olduğu yerde duruyor: Bunun adı karı ve koca arasındaki evlilik ilişkisidir.
MacKinnon, Feminist Bir Devlet Kuramına Doğru adlı kitabında doğrudan bu ifşa çabalarını birden çok düşünürün ve çaprazladığı fikriyatların mukayeseleri ile feminizm açısından hem bir analiz birimi oluşturmaya çalışmış, hem de Marksizm ile hesaplaşmaya girmiştir. Şunu belirtmek gerekir ki, bu hesaplaşma, titiz bir yöntembilimsellik içinde geliştirilmiştir. Marx ve Engels’ten itibaren Althusser, Balibar, Poulantzas’a uzanan hatları tekrar gözden geçirmiş, liberal kuramcıların sunduğu önerilere de değinerek bildiğimizin ötesinde bir epistemolojik çerçeve sunmaya çalışmıştır.
Metalinguistik anlatımları bir kenara iten Mackinnon, feminizm ve Marksizm arasında kavramsal bir ağ karşılaştırmasını da hakkını vererek yerine getirmeye çalışmıştır: Marksizm için emek neyse feminizm için de cinsiyet odur: Tümüyle kendisine ait olduğu halde, insandan koparılıp alınan şey (MacKinnon 2003: 21). MacKinnon, buna benzer nice tespitleri kitabında feminizm ve Marksizm bölümünde objektifliğe bağlı kalarak yapmış, feminist bir devlet algısı tesis etme çabalarını özellikle liberal devlet bölümünde bizlere göstermektedir. Tahlillerini analitik olarak okuyucuya sunmaya çalışan MacKinnon, feminizmin devlete bakışını ise ilk olarak makro bir alımlama, ikinci olarak ise hukuk ve yargının doğrudan ve dolaylı uygulamaları olarak eserinde işlemiştir.
Feminizmin devlet ve toplum arasındaki ilişkilerine, cinselliğe özgü bir toplumsal belirleyicilik kuramında yaklaşmadığını, bunun sonucunda bir hukuk öğretisinden bir yargının mahiyetine, toplumla olan ilişkine ve ikisinin birbiriyle karşılıklı ilişkisine ait kuramdan yoksun olduğunu söyleyen Mackinnon, kadınların yasalar ile karşılaşma biçimlerini ve yasaların kadınların (ve erkeklerin) mağduriyetine neden olan eril iktidarın meşrulaşmasındaki rollerini nasıl sorguladığı üzerinde durmuştur.
Burada bir parantez açarak şunu belirtmeliyiz: Modern liberal devlet, yasallık alanlarını kendi normatif değerler dizisi ile bağdaştırarak ‘olan’ ve ‘olma ihtimali taşıyan’ çelişkileri içerisinde taşımaya devam eder: [M]ülk sahibi kapitalist sınıfsal olarak patriarkal toplumsal yapıları devralmış ve bunlardan yararlanmıştır, ancak bu yapıların hepsi kapitalizm için gerekli olmayabilir. Açıktır ki, (...) tecavüz, dayak, klitoris sünneti ve başka cinsel şiddet biçimleri (...) kapitalizme özgü değildir. Ancak bu pratiklerin büründüğü tarihsel biçimler ve bunların günümüz dünyasında birçok kadına karşı kullanılması da kapitalizmden bağımsız değildir. Cinsiyet ile toplumsal cinsiyet arasındaki ilişkide farklılıkların eşitsizliklere kaymasını doğal olarak kodlamak hatasına düşen pek çok insan, bu hatalı kavrayışlarını modern liberal devletlerin yasallığı içerisinde bu durumu statüko haline dönüştüren yaklaşımını da göremez.
Modern liberal-teritoryal devletlerin yasaları ve bu yasallık içerisinde oluşturduğu kurumsal örgütlenmeleri ilk bakışta cinslere karşı tarafsız olarak görünür. Kimin hangi role bürüneceği, kimin sermaye biriktirerek sınıfsal konumunu belirleyeceği yahut ev işlerini kimin yapacağı bu yasal kodlanmalar içerisinde belirlenmez, özel olarak bir üleştirmeye gidilmez. Ne var ki, patriarkal kapitalizmin, sınıf ve cinsiyet eşitsizliği üzerinden çelişkileri derinleştiren yapısını okuyan herkes, toplumlarda özel olarak yasalarda belirtilmediği halde, erkeklerin kadınlar üzerinde kurduğu otoriteyi ve erkeklerin daha fazla güç ve yetki kullandığını görebilir. O zaman epistemik açıdan sorulması gereken soru şudur: Toplumsal cinsiyet bağlamında ortaya çıkan bu eşitsizlik hali, devletin hukuksal sınırları içerisindeki dönüşümünde hangi izdüşümleri bırakabilmektedir?
Catharine MacKinnon, liberal devletin toplumsal cinslere karşı, –mutlak heteroseksit–, tarafsızlığının sivil toplumdaki hiyerarşilere hizmet ettiğini vurgulamaktadır: Sivil toplum, kadınların ayrıksı olarak tali konuma düşürüldüğü ve güçten yoksun bırakıldığı alan, yasal teminatların erişemeyeceği kadar uzakta durur. Kadınlar yasadan önce devletin yaptırımları olmaksızın, toplumsal olarak genellikle mahrem ilişkiler bağlamında ezilir (MacKinnon 2003: 188, 192).
MacKinnon’ın başucu olarak kabul edeceğimiz eserinde Marksist teoriye yönelik kavramsal ve metodolojik eleştirileri getirirken, devlet konusunda feminizmin de takındığı –spesifik– tutumların kritiğini de okuyucu ile paylaşmaktadır. Feminizmin, liberal ve Marksist teoremler ile karşılığını bulamadığı bazı problematikler dolayısıyla sözle ifade edilmemiş bazı alternatiflerle baş başa kaldığını belirten yazar, şu görüşe varmaktadır:
... ya devlet –eril olduğunu gösteren analiz yapılmadan ve strateji ortaya çıkarılmadan– kadıların durumunun iyileştirilmesi için öncelikli bir araç olarak kabul edilecek ya da kadınlar sivil topluma terk edilecektir ki, kadınlar için bu doğal duruma daha yakındır. ... Dolayısıyla devlete karşı feminist yaklaşım, kadının statüsüyle ilgili konularda şizofrenik bir tutum gösterir. Tecavüz, kürtaj, pornografi ve cinsiyet ayrımı bu konulara örnektir (MacKinnon 2003: 186).
Kadınların patriyarka tarafından maruz kaldığı olguları/olayları etraflıca irdeleyen MacKinnon, kadının nesne olarak algılandığı ve zorla duhulün gerçekleştiği tecavüzlere ilişkin olarak olayın cinsellik olarak değil, şiddet olarak okunmaya başladığında –heteroseksüel– cinselliğin onaylanıp şiddeti (tecavüzü) yadsımak üzere, toplumsal cinsiyetin geçerli olmadığı ve cinsel olmayan bir zemin önerildiğini söylemektedir (MacKinnon 2003: 201).

İlk edebi metinlerden, misal olarak Dante’nin De Vulgari Eloquentia eserinden bugünün hukuksal metinlerine (anayasalar ve eşitlik yasaları) kadar toplumsallığa kazınan kadın-erkek eşitsizliği kavrayışı, devletlerce ideolojik ve baskı boyutlarıyla kalıcılaştırılmaktadır. Bu bağlamda eril bir devletin işleyiş biçimlerine karşı çıkan feminist teoriye ve aktivizme ne kadar ihtiyacımız varsa doğrudan devleti sorgulayan ve devletin toplumsal cinsiyet ayrımı konusundaki rolünü de ele alan bir feminist teoriye o kadar ihtiyacımız vardır. İşte bu gerçeği MacKinnon’ın eseri aracılığıyla açıklığa kavuşturmak mümkündür.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder