27 Mart 2015 Cuma

FESTİVAL PROGRAMI


1. GÜN (1 Nisan 2015- Çarşamba)

Açılış (9.30-10:00) - Mahmut Esat Bozkurt Salonu
- Prof. Dr. Gülriz Uygur
-Prof. Dr. Metin Feyzioğlu
-Hukuk ve Edebiyat Grubu Temsilcisi

Ara (11:00-11:15)

Konferans: Latife Tekin Yoksulluğu Anlatıyor (10:10-11:00)
-Latife Tekin

Ara (11:00-11:15)

I. Oturum(11:15-12:30)- Mahmut Esat Bozkurt Salonu
Latife Tekin Romanlarında Yoksulluk
- Oturum Başkanı: Latife Tekin (Yazar)
- Pelin Özer (Yazar)
- Onur Caymaz (Yazar– Şair)

Öğle Arası (12:30-14.00)

II. Oturum(14.00 - 15.30) - Mahmut Esat Bozkurt Salonu
Panel- Kentsel Dönüşüm
- Oturum Başkanı: Prof. Dr. Gülriz Uygur( Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi)
- Candaş Türkyılmaz (Mamak Barınma Hakkı Bürosu Temsilcisi)
- Nilay Vardar (Gazeteci- Bianet)
- Doç. Dr. Tarık Şengül (Odtü Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi)

Ara (15:30-15:45)

Edebiyat Atölyesi – Şeref Salonu
Latife Tekin Eserlerinde Yoksulluğun İzi (Latife Tekin, Onur Caymaz ve Pelin Özer’in katılımıyla)

Ara (17:15- 17:30)

III. Oturum ( 17:30 ) –Şeref Salonu
Öğrenci Sunumları (Kentte İnsan Hakları)
Hukuk ve Edebiyat Grubu Öğrencilerinin sunumları

Sinema Atölyesi (17:30’ da başlayacaktır.)- Karadeniz Ereğli Salonu
Ekümenopolis (Özlem Çelik’in katılımıyla)

2. GÜN (2 Nisan 2015 - Perşembe )

I. Oturum (10:00 - 11:00) - Şeref Salonu
Öğrenci Sunumları (Yoksulluk Kıskacında Kadınlık ve Erkeklik Rolleri)
Hukuk ve Edebiyat Grubu Öğrencilerinin sunumları

Ara (11:00 - 11:15)

II. Oturum (11:15-12:45) - Mahmut Esat Bozkurt Salonu
Panel - Kentte İnsan Hakları
- Oturum Başkanı: Yard. Doç. Eylem Ümit Atılgan ( Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi)
- Av. Fevzi Özlüer
- Doç. Dr Bülent Batuman (Bilkent Üniversitesi Kentsel Tasarım ve Peyzaj Mimarisi Bölümü)
- Dr. Barış Kuymulu (Odtü Fen ve Edebiyat Fakültesi Sosyoloji Bölümü)

Öğle Arası (13:15- 14:30)

AsiKeçi Workshop (14:30-16:00) - İç Avlu
İmkânsız İkâmet
Geri dönüşüm etkinliği ve “radyo radyo” yayını

Ara (16:00- 16:15)

Resim Atölyesi (16:15- 18:00) - Şeref Salonu
Resimde yoksulluğun göçün ve kentleşmenin izi:
Gecekondular
(Ressam İmren Erşen’in katılımıyla)


-Ayrıca festival süresince AsiKeçi (Ankara Sanat İnisiyatifi)’nin düzenleyeceği çeşitli sanatsal etkinlikler olacaktır.


19 Mart 2015 Perşembe

“Feminist anlamda devlet erildir!” Kansu Yıldırım

(Kansu Yıldırım, “Feminist anlamda devlet erildir!”, Birgün Kitap Eki, 6 Mart 2010)

Modern liberal devlet, ‘arkaik’ olarak kabul ettiği yönetsel düzenlerden hem olumsuzlukları hem de işine yarayacak çeşitli aletleri devşirmiştir. Aydınlanma projesinin kendisine sunduğu fikirlerin yönetimi ilkesi, halkı yönetmek için gerekli iki aracın doğmasına da neden olmuştur: Mobile vulgus olarak adlandırılan ve nötr pozisyondan sıyrılarak her an egemenler için tehdit unsuruna dönüşebilecek (les classes dangerous’a) halkın eğitimi ve halkı egemenlerin çizdiği sınırlar içerisinde kontrol ve tahakküm altına alabileceği yasal-normatif sınırların inşası. Bu tespit klasik kategorik devlet değerlendirmeleri için bir tarihsel bağıntı sağlayabilecektir. Böyle bir yorumla işe koyulduğumuzdaysa, kapitalist devletin meta üretiminin genelleşmesi için bir çerçeve sunan uluslararası devletler sistemi bağlamından türeyen ve/veya sınıfsal ilişkilerin uluslararasılaşmasının ürünü olan bir entite olduğu sonucuna varırız. Bu bağlamda ise devlet analiz için bir başlangıç noktası olarak alınamaz. Bizatihi o devlet olarak kodladığımız aygıt içinde cereyan eden ve devleti cisimleştiren ilişkileri ve ilişkisellikleri deşifre etmeye çalışırız. Üretim süreci ve üretim ilişkileri ile bunların üstyapısal meşrulaştırıcısı olan hukuksal, kültürel ve siyasal sistemler bu deşifre çabalarında okların yöneltildiği ilk unsurlardır.
Ne var ki, yukarıdaki yoruma sadık kalarak devlet tanımını yaptığımızda önem taşıyan ve tüm toplumsallığa işlemiş bir tehlikeyi yani patriyarkayı gözden kaçırma ihtimalimiz kuvvetle muhtemeldir.
Marx’ın tam gelişmiş liberal devletin bütün politik statü ilişkilerini ortadan kaldırmış devlet olduğu tespitinde bir hata bulmak mümkündür. Modern devlet, “çapulcu”, “şövalye”, “lord”, “serf” ve “piyon” gibi statüleri ortadan kaldırmıştır ama yasal bir statü ilişkisi olduğu yerde duruyor: Bunun adı karı ve koca arasındaki evlilik ilişkisidir.
MacKinnon, Feminist Bir Devlet Kuramına Doğru adlı kitabında doğrudan bu ifşa çabalarını birden çok düşünürün ve çaprazladığı fikriyatların mukayeseleri ile feminizm açısından hem bir analiz birimi oluşturmaya çalışmış, hem de Marksizm ile hesaplaşmaya girmiştir. Şunu belirtmek gerekir ki, bu hesaplaşma, titiz bir yöntembilimsellik içinde geliştirilmiştir. Marx ve Engels’ten itibaren Althusser, Balibar, Poulantzas’a uzanan hatları tekrar gözden geçirmiş, liberal kuramcıların sunduğu önerilere de değinerek bildiğimizin ötesinde bir epistemolojik çerçeve sunmaya çalışmıştır.
Metalinguistik anlatımları bir kenara iten Mackinnon, feminizm ve Marksizm arasında kavramsal bir ağ karşılaştırmasını da hakkını vererek yerine getirmeye çalışmıştır: Marksizm için emek neyse feminizm için de cinsiyet odur: Tümüyle kendisine ait olduğu halde, insandan koparılıp alınan şey (MacKinnon 2003: 21). MacKinnon, buna benzer nice tespitleri kitabında feminizm ve Marksizm bölümünde objektifliğe bağlı kalarak yapmış, feminist bir devlet algısı tesis etme çabalarını özellikle liberal devlet bölümünde bizlere göstermektedir. Tahlillerini analitik olarak okuyucuya sunmaya çalışan MacKinnon, feminizmin devlete bakışını ise ilk olarak makro bir alımlama, ikinci olarak ise hukuk ve yargının doğrudan ve dolaylı uygulamaları olarak eserinde işlemiştir.
Feminizmin devlet ve toplum arasındaki ilişkilerine, cinselliğe özgü bir toplumsal belirleyicilik kuramında yaklaşmadığını, bunun sonucunda bir hukuk öğretisinden bir yargının mahiyetine, toplumla olan ilişkine ve ikisinin birbiriyle karşılıklı ilişkisine ait kuramdan yoksun olduğunu söyleyen Mackinnon, kadınların yasalar ile karşılaşma biçimlerini ve yasaların kadınların (ve erkeklerin) mağduriyetine neden olan eril iktidarın meşrulaşmasındaki rollerini nasıl sorguladığı üzerinde durmuştur.
Burada bir parantez açarak şunu belirtmeliyiz: Modern liberal devlet, yasallık alanlarını kendi normatif değerler dizisi ile bağdaştırarak ‘olan’ ve ‘olma ihtimali taşıyan’ çelişkileri içerisinde taşımaya devam eder: [M]ülk sahibi kapitalist sınıfsal olarak patriarkal toplumsal yapıları devralmış ve bunlardan yararlanmıştır, ancak bu yapıların hepsi kapitalizm için gerekli olmayabilir. Açıktır ki, (...) tecavüz, dayak, klitoris sünneti ve başka cinsel şiddet biçimleri (...) kapitalizme özgü değildir. Ancak bu pratiklerin büründüğü tarihsel biçimler ve bunların günümüz dünyasında birçok kadına karşı kullanılması da kapitalizmden bağımsız değildir. Cinsiyet ile toplumsal cinsiyet arasındaki ilişkide farklılıkların eşitsizliklere kaymasını doğal olarak kodlamak hatasına düşen pek çok insan, bu hatalı kavrayışlarını modern liberal devletlerin yasallığı içerisinde bu durumu statüko haline dönüştüren yaklaşımını da göremez.
Modern liberal-teritoryal devletlerin yasaları ve bu yasallık içerisinde oluşturduğu kurumsal örgütlenmeleri ilk bakışta cinslere karşı tarafsız olarak görünür. Kimin hangi role bürüneceği, kimin sermaye biriktirerek sınıfsal konumunu belirleyeceği yahut ev işlerini kimin yapacağı bu yasal kodlanmalar içerisinde belirlenmez, özel olarak bir üleştirmeye gidilmez. Ne var ki, patriarkal kapitalizmin, sınıf ve cinsiyet eşitsizliği üzerinden çelişkileri derinleştiren yapısını okuyan herkes, toplumlarda özel olarak yasalarda belirtilmediği halde, erkeklerin kadınlar üzerinde kurduğu otoriteyi ve erkeklerin daha fazla güç ve yetki kullandığını görebilir. O zaman epistemik açıdan sorulması gereken soru şudur: Toplumsal cinsiyet bağlamında ortaya çıkan bu eşitsizlik hali, devletin hukuksal sınırları içerisindeki dönüşümünde hangi izdüşümleri bırakabilmektedir?
Catharine MacKinnon, liberal devletin toplumsal cinslere karşı, –mutlak heteroseksit–, tarafsızlığının sivil toplumdaki hiyerarşilere hizmet ettiğini vurgulamaktadır: Sivil toplum, kadınların ayrıksı olarak tali konuma düşürüldüğü ve güçten yoksun bırakıldığı alan, yasal teminatların erişemeyeceği kadar uzakta durur. Kadınlar yasadan önce devletin yaptırımları olmaksızın, toplumsal olarak genellikle mahrem ilişkiler bağlamında ezilir (MacKinnon 2003: 188, 192).
MacKinnon’ın başucu olarak kabul edeceğimiz eserinde Marksist teoriye yönelik kavramsal ve metodolojik eleştirileri getirirken, devlet konusunda feminizmin de takındığı –spesifik– tutumların kritiğini de okuyucu ile paylaşmaktadır. Feminizmin, liberal ve Marksist teoremler ile karşılığını bulamadığı bazı problematikler dolayısıyla sözle ifade edilmemiş bazı alternatiflerle baş başa kaldığını belirten yazar, şu görüşe varmaktadır:
... ya devlet –eril olduğunu gösteren analiz yapılmadan ve strateji ortaya çıkarılmadan– kadıların durumunun iyileştirilmesi için öncelikli bir araç olarak kabul edilecek ya da kadınlar sivil topluma terk edilecektir ki, kadınlar için bu doğal duruma daha yakındır. ... Dolayısıyla devlete karşı feminist yaklaşım, kadının statüsüyle ilgili konularda şizofrenik bir tutum gösterir. Tecavüz, kürtaj, pornografi ve cinsiyet ayrımı bu konulara örnektir (MacKinnon 2003: 186).
Kadınların patriyarka tarafından maruz kaldığı olguları/olayları etraflıca irdeleyen MacKinnon, kadının nesne olarak algılandığı ve zorla duhulün gerçekleştiği tecavüzlere ilişkin olarak olayın cinsellik olarak değil, şiddet olarak okunmaya başladığında –heteroseksüel– cinselliğin onaylanıp şiddeti (tecavüzü) yadsımak üzere, toplumsal cinsiyetin geçerli olmadığı ve cinsel olmayan bir zemin önerildiğini söylemektedir (MacKinnon 2003: 201).

İlk edebi metinlerden, misal olarak Dante’nin De Vulgari Eloquentia eserinden bugünün hukuksal metinlerine (anayasalar ve eşitlik yasaları) kadar toplumsallığa kazınan kadın-erkek eşitsizliği kavrayışı, devletlerce ideolojik ve baskı boyutlarıyla kalıcılaştırılmaktadır. Bu bağlamda eril bir devletin işleyiş biçimlerine karşı çıkan feminist teoriye ve aktivizme ne kadar ihtiyacımız varsa doğrudan devleti sorgulayan ve devletin toplumsal cinsiyet ayrımı konusundaki rolünü de ele alan bir feminist teoriye o kadar ihtiyacımız vardır. İşte bu gerçeği MacKinnon’ın eseri aracılığıyla açıklığa kavuşturmak mümkündür.

17 Mart 2015 Salı

Kant-Aydınlanma nedir?

AYDINLANMA NEDİR? (1784)

Aydınlanma, insanın kendi suçu ile düşmüş olduğu bir ergin olmama durumundan kurtulmasıdır. Bu ergin olmayış durumu ise, insanın kendi aklını bir başkasının kılavuzluğuna başvurmaksızın kullanamayışıdır. İşte bu ergin olmayışa insan kendi suçu ile düşmüştür; bunun nedenini de aklın kendisinde değil, fakat aklını başkasının kılavuzluğu ve yardımı olmaksızın kullanmak kararlılığını ve yürekliliğini gösteremeyen insanda aramalıdır Sapare Aude! Aklını kendin kullanmak cesaretini göster! Sözü şimdi Aydınlanmanın parolası olmaktadır... ....Makalenin tamamı için:
http://www.allmendeberlin.de/Aydinlanma_Nedir_Kant.pdf

H.L.A Hart Hukuk-Ahlak Ayrımı



3 Mart 2015 Salı

Hukuk Sosyolojisi Yazıları - Mehmet Yüksel

http://www.idefix.com/kitap/hukuk-sosyolojisi-yazilari-mehmet-yuksel/tanim.asp?sid=R9S4EUBKMS7S6KSC7KFO

Prosedürel Doğal Hukuk - Sururi Aktaş

http://www.idefix.com/kitap/prosedurel-dogal-hukuk-lon-l-fullerin-hukuk-kavrami-sururi-aktas/tanim.asp?sid=JBX28EBT21NGFQ4HOE06

Raymond Wacks Hukuk Felsefesine Kısa Bir Giriş

http://www.idefix.com/kitap/hukuk-felsefesine-kisa-bir-giris-raymond-wacks/tanim.asp?sid=M41DFKT2HF6FG265AM4Q
Logical Fallacies
https://docs.google.com/file/d/0BxzAfyHMtipZQ0JIU3hqMU1rQk0/edit?usp=sharing
Hukuk Felsefesi ve Sosyolojisi Arkivi'nin 23., 24. ve 25. sayıları yayınlanmıştır.
http://www.istanbulbarosu.org.tr/yayinlar/BaroKitaplari/Kitap.asp

Bir Varmış Bir Yokmuş, Prof. Joseph Raz Murtaza’yı Okumuş…

E. İREM AKI
Umay Genç Hukuk Gündemi dergisinin Güz 2009 sayısında Orhan Kemal'in Murtaza eserindeki Bekçi Murtaza karakterinde hukuki pozitivizm anlayışını ele almıştır. Bekçi Murtaza’nın “görünüşte” kural kuraldır anlayışı, kuralların içeriğine bakılmaksızın kuralların uygulanması gerektiğini söylemesi ilk bakışta hukuki pozitivizmle ilgili görünmekle birlikte, burada göz önünde bulundurulması gereken bir diğer kavram hukuki formalizmdir.
Esasen hukuki pozitivizm hukukun tanımlanması problemi ile ilgilidir. Hukuk felsefesinin en temel problemlerinin başında da hukukun tanımlaması gelmektedir. Bu, hukuka yaklaşım şekliyle ilgilidir ve karşımıza ilk olarak hukukun bir kurallar ve müeyyideler bütünü olarak ele alınması çıkar. Yani hukuk kanun koyucu tarafından konan normlar bütünü olarak kabul edilir, hukuk sadece hukuki öğeler göre tanımlanır. Buna göre de hukuk sadece olan hukuktan hareket ederek ve sadece pozitif hukuka bakarak tanımlanabilir. Hukuku tanımlamak için de iki tez ileri sürülür: Sosyal kaynak tezi ve ayırma tezi. Ayırma tezi, hukukun konulduğu kaynağa bakarak tanımlanmasını ön görür. Ayırma tezi ise hukukun tanımlanmasında hukuk dışı öğelere yer verilmemesine ilişkindir, hukukun tanımında adalet, insan hakları vs yer verilmemesi gerekmektedir. Burada vurgulanması gereken nokta, hukuki geçerlilik kriterinde hukuk dışı öğelere yer verilmemesi gerektiğidir.[1] Bu anlayışı savunan okul hukuki pozitivizmdir. Ve elbette ki hukuki pozitivistler hukuk kurallarına uyulmasını, keyfilikten kaçınılmasını isterler. Hukuki pozitivistlerin hukuk tanımı, hukukun insan davranışlarını yönlendirmesine dayanır ki hiçbir pozitivist bu nedenle kuralların dışına çıkılmasını, keyfiliğin hüküm sürmesini istemez. Buradan hareketle, hukuki pozitivizm ile birlikte hukuki formalizmi düşünebiliriz. Hukuki formalizm ise hukuku kapalı bir kuralar seti olarak görür ve hukuk kurallarının hukuki sonuçları belirlediği iddiasını ileri sürer.

Gelelim Prof. Joseph Raz’a. Burada Raz’ın isminin zikredilmesinin nedeni, bugün yaşayan en ünlü hukuki pozitivistlerden biri olmasıdır. Pekala bu isim Prof. Hart da olabilirdi. Bir an için düşünelim Prof. Raz’ın Murtaza’yı okuduğunu, okuduktan sonra yüzünde oluşan ifadeyi ve sonradan kafasından geçenleri. Prof Raz acaba Murtaza’yı formalizmin kıskacında mı görecektir yoksa keyfiliğin doruğunda mı?
Kurallara sıkı sıkıya bağlılık iddiası Murtaza’nın görünen yüzüdür:
Murtaza’nın gözleri yerden adama kalktı:
“Sen misin evin reisi?”
Adam şaşkınlıkla iki yanına baktıktan sonra, “Evet,”dedi. “Benim.”
“Ben…”
“Ne için yatmazsınız gecenin bu saatına kadar? Ha? Ne için?”
Evin reisi büsbütün şaşırmıştı. Laf mıydı bu da yani? Ev kendi mülkleri değilse de, aydan aya şakır şakır kirasını ödüyorlardı. Aslında pek öyle şakır şakır değilse de, gene de bekçiyi ilgilendirmezdi. Kirasını ödediği evinde de ister yatar, ister otururdu ailesiyle, sabaha kadar! Bu bekçinin buna benzer yığınla marifetini mahalle kahvesinde, bakkalda, şurada burada işitmişti. Sarhoşlara, daha çok da mahalle aralarında naralarla dolaşan, kadınlara, kızlara şataşan kopuklara kendilerini bildirmesi hoşuna bile gitmişti. Murtaza’dan beri mahalleye belirli bir edep, haya gelmiş, kadınlar, kızlar, çocuklar, çoluk çocuk okula, bakkala, komşuya, manava korkusuzca gidip gelir olmuşlardı.
Murtaza ellerini arkasına bağlayarak yeniden sordu:
“Ha? Ne için?”
Karşılık alamayınca şahadet parmağını ayakkabı tamircisine tehditle salladı:
“Değilsiniz siz vatandaş?”
Merakla kapıya gelmiş çocukları işaret etti:
“Devletin malıdır bu çocuklar, hem da milletin! Yok hakkın uyutmamaya ciğerparelerini vatanın! Haçan büyüyecek, kurşun atacaklar düşmana kurşun!”
“?..”
“?..”
“Fışkırmalıdır gözlerinden mertlik, civanmertlik hem da!”
Başta baba, gülmemek için ev halkı kendini zor tutuyordu.”
[2]
Görünen o ki Bekçi Murtaza çocukların düşmana kurşun atabilmeleri için, devletlerine hayırlı bir vatandaş olabilmeleri için, erken yatmalarını gerektiğini, yok eğer erken yatmıyorlarsa da kendisinin mahallenin Bekçi Murtaza’sı olarak bunu yapması gerektiğini düşünmekte ve keyfi davranmaktadır.
Bir diğer örnek ise çok daha trajiktir. Bekçi Murtaza görev başında gözlerinin kimseyi görmediğini, evladını, ciğerparesini görmediğini sıklıkla yinelemektedir. Bir gün ciğer parelerini vazifesinin arslanlarını fabrikada iş başında uyurken görür.
İki kızının ince omuzlarıyla sarsılarak uyuyakaldığı makinelere dehşetle baktı bir an, gördü. Görünce de kıl diplerine kadar kıpkırmızı kesilerek sarsıldı. Sonra tüm kanı çekilmişcesine sarardı. Ve hiç beklenmedik biçimde, bir atmacayı hatırlatarak koştu. Cemile, babasının yıldırım gibi geldiğini görünce makinesinden atlayıp kaçtı. Firdevs hala uyuklamaktaydı. Murtaza kızı saçlarından desteleyip havaya kaldırdı, sonra da yere çarptı.

“Kendine gel arkadaş, deli misin?”
“Öldürdün birini, ötekini de mi?””
[3]
Burada da söz konusu olan Murtaza’nın keyfi davranışıdır; çünkü Murtaza kurallara aykırı davranıldığında, kurallara aykırı davranın vücut bütünlüğüne zarar vermiş ve ölümüne sebep olmuştur. Oysa yapması gereken davranış, evladı dahi olsa yetkili birimlere haber vermekti.
Tekrar Prof. Raz’a dönersek, herhalde Prof Raz Murtaza’yı öğrencilerinin önüne örnek olarak sunsaydı, dehşetle bu bekçinin keyfi davranışların en uç örneğini gösterdiğini söylerdi. Belki de bu roman üzerinden Prof. Raz ve öğrencileri Türkiye’yi ve Türkiye’deki bekçileri, polisleri, idare ajanlarını çok merak ederlerdi. Bu noktada da aklıma şu nokta takılmakta. Orhan Kemal’in Bekçi Murtaza’yı yaratması tesadüfi olmasa gerek. Bekçi Murtazalar Türkiye mi özgü yoksa hukuk sistemlerinin olduğu her yere mi? İkinci olasılık Prof. Raz’ın Murtaza’yı okumasını ve öğrencileri ile paylaşmasını boşa çıkarıyor.
E. İrem Akı



[1] Gülriz Uygur, "Hukuki Pozitivizm’in Değişen Yüzü Mü?", A.Ü.H.F.D, C.52,S.3,s.145-176.
[2] Orhan Kemal, Murtaza, Everest Yayınları, İstanbul, 2003,s.7-8.
[3] Kemal, Murtaza, s.304.