ÖLÜM CEZASI ÜZERİNE DÜŞÜNCELER
Ölüm cezası mahkumun hayatına belli bir şekilde son verilmesi suretiyle yerine getirilen bedensel bir cezadır. Şiddet içermesi ve infaz anına kadar mahkuma manevi acı vermesi nedeniyle de insani değildir. Demokratik hukuk düzeniyle şiddetin bir arada bulunması çelişki yaratacağı için ölüm cezasının demokratik bir hukuk düzeninde kendine yer bulması da çelişkilidir.
Cezanın farklı teorilere
göre çeşitli amaçları vardır. Bunlar:
1. Suçlunun ıslah edilmesi,
2. Suç işlemenin önlenmesi,
3.
Suçluya yaptığının
ödettirilmesidir.
Bu amaçlardan ölüm
cezasının ıslah işlevinin olmadığı aşikardır. Suç işlemeyi önlediği konusu ise
temelsi bir varsayım olarak nitelenmektedir. Nitekim, ölüm cezasının önleme
amacına hizmet ettiği bilimsel olarak ispat edilmemiştir. İlk iki amaç
bakımından işlevsiz olan ölüm cezasının sadece öç alma denebilecek olan
ödetme/kefaret amacı kalmaktadır. Ödetme amacını benimsemek ise ilkel
çağlardaki ceza hukukuna geri dönmek anlamına gelmekte ve toplumların asırlar
boyunca meydana getirdiği gelişmeleri ve ceza hukukunun insanileştirilmesini
görmezden gelmeye neden olacaktır.
Çağdaş ceza hukukunda cezalar
insan onuru ile bağdaşmalıdır. Ölüm cezası kişi bedeni üzerinde şiddet
uygulayarak uygulandığı için kişiye fiziksel acı vermektedir. Ayrıca infaz
anına kadar kişiye manevi acı da verdiği için insan onuruyla bağdaşır bir ceza
değildir.
Cezaların şahsiliği ilkesi
gereğince ceza mahkumun dışındaki kişileri minimum seviyede etkilemelidir.
Oysa, ölüm cezasında mahkumun ailesi ve yakınları en ağır biçimde etkilenir. Ayrıca
cezanın telafisi mümkün olmalıdır. Ölüm cezası bir kez infaz edildikten sonra
artık kısmen dahi olsa telafi edilmesi mümkün değildir.
Ceza muhakemesi ve ispat
bakımından ele alındığında; muhakeme sonunda mutlak gerçeğe ulaşılamadığı için ölüm
cezasının vicdani kanaate göre hüküm verilen bir sistemin özüne aykırı olduğu
görülür. Şöyle ki; ceza yargılamasında maddi gerçeğe ulaşılmaya çalışılır. Maddi
gerçek ise geçmişte olup bitmiş bir olayın ya da olayların deliller
aracılığıyla bugün ortaya konulmuş halidir. Vicdani kanaate ulaşılabilmesi ve
maddi gerçeğin bulunduğundan söz edilebilmesi için yetkili makamın makul
şüpheyi yenmiş olması gerekir. Ancak yine de maddi gerçeğin mutlak gerçek
olmama ihtimali vardır. Çünkü, maddi gerçeğin tasavvur edilebilecek her türlü
şüpheyi bertaraf etmesi imkansızdır. Yargılamanın iadesi ve olağanüstü kanun
yollarının düzenlenme sebebi de maddi gerçeğin aksinin gerekçeleriyle beraber
daha sonra ortaya konulabilme ihtimalinin varlığıdır.
Yargılama sonunda mutlak
gerçeğe ulaşılamadığına göre cezadan geri dönüş ve telafi kısmen de olsa mümkün
olmalıdır. Bu sebeple, ölüm cezası ve vicdani kanaate göre hüküm verilen bir sistemin
bir arada bulunması çelişkilidir ve sistemin özüne aykırıdır.
Sonuç olarak, ölüm
cezasının şiddet içeriyor olması, birçok devletin bu cezayı hukuken kaldırmış
olması, cezanın kabul gören amaçlarıyla ölüm cezasının bağdaşmaması ve adli
hatanın her zaman yapılabileceği göz önüne alındığında bu cezanın kanunlarda
yer almaması gerektiği anlaşılacaktır.
Metin Feyzioğlu’nun Ankara Barosu Dergisi 2002-4’te
yayınlanan ‘Ölüm Cezası Üzerine Düşünceler ve Anayasa Değişikliği ile 4771
Sayılı Kanun’un Getirdiği Yeni Düzenlemeler’ isimli makalesinden özetlenerek
alınmıştır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder